20 Aralık 2011 Salı

KIRMIZI

Mekan Devlet Tiyatroları Küçük Sahne çıkıkçıkçıkık..Oyun adı KIRMIZI çıkıkçıkçıkık.. Duygu Şok! 

Oyundan çıktım ve şöyle dedim.. Benim zavallı cümlelerim bu oyunu anlatma cesaretini kendinde bulamaz.. Bu cürreti gösteremez.. Ama dayanamadım.. Bir ay sonra oyunu nacizane cümlelerimle yazıya dökmeye karar verdim.. Çünkü bu eser anlatılmalı.. Biraz egolu, biraz kaçık, biraz dengesiz, ama kesinlikle çok dolu ve mühim..
Acaba doğru birşey mi yapıyorum bu oyunu anlatmaya çalışarak.. Sadece şöyle desem, beyninize güveniyorsanız gidin izleyin bu oyunu! O zaman da senin beynin bu kadar mı diyebilirler.. Hadi başlayalım.. Mümkün olduğunca kısa tutucam bu yazıyı.. Kimse sıkılmamalı..



Mark Rothko.. Tanıyan var mı bu adamı..Resim sanatıyla ilgiliyseniz adını işitmişsinizdir.. Biraz bahsedelim.. Çünkü oyun O'nun üzerine.. Mark Rothko renklerin ve şekillerin gücüne dikdatörlüğüne inanan bir sanatçı.. Egolu ama olması gerektiği gibi.. Bir isyankar ve anarşist..Sanatına güveniyor.. Kullandığı akımlar saldırgan, eleştirici, son derece kendine özgü..  Özentilikten uzak.. Azarlayıcı.. Aslında garip.. Bakıldığında bir anlam taşımıyor gibi görünen, dikkat verildiğinde ise bir ürpertiyle insanı gizemine çeken tablolar yapıyor Mark Rothko.. Bu arada sürekli Mark Tornillo geliyor aklıma yazıyı yazarken.. O’na da selamlarımızı gönderelim:)
Mark Rothko sanatını kullanarak insanlara duyguduğu öfkeyi kusan biri.. Bu işi yaparken kimse O’nun tehlikesinin farkına varmıyor.. Ama O’nun beyninde herşey planlı.. Kendisiyle ilgili en bilinen hikayedir, NewYork’da çok lüks bir binanın içinde bulunacak olan restauranta yapacağı resimlerde, insanların yedikleri yemekleri boğazına dizmeyi hayal etmesi.. Sonrasında ise sanatını anlayabilecek kapasitede olmadıklarına inandığı bu insanlara, resimlerini sergilemekten vazgeçmiş ve kendisine sanatı karşısında bahşedilmiş ciddi bir parayı da reddetmiştir..
Eleştirmenlerden nefret eder.. Onların aslında boş beyinli, sadece sanatını öldürmeye çalışan zararlı varlıklar olduğunu düşünür.. Mark Rothko eleştiri kabul etmez.. Yaptığına inanır.. O resimlerini yaparken ağır duygu yükleri yaşar.. Bir tablosunu çıkarma esnasında günlerce düşünür.. Doğru zamanın gelmesini bekler.. O doğru zaman geldiğinde bir nöbet geçirircesine tablosunu oluşturur..
O bir Soyut Experyonist..
Kullandığı akımlar karmaşık ve sürrealist.. Hayal dünyasından gerçek dışılıktan görüntüleri gerçek hayata tualler aracılığıyla taşıyor.. Gerçek dışılıktan gerçekçiliğe bir köprü Rothko..  Resmi nasıl yapacağını asla planlamaz.. Ama düşünür.. Resim yapmanın büyük kısmının düşünmek olduğunu savunur..
Aslında bence her sanat böyledir.. Bir ilham gerçeği elbette ki vardır ama ilhamı şekillendirmek sanatçının tarzını belirler.. Bu yüzden düşünmek şarttır sanatçı insan için..
Rothko hakkında anlatıcak daha çok şey var.. O gerçekten özel bir insan.. Ama bu kadar ön bilgi bu yazı için yeterli diye düşünüyorum..
Şimdi oyundan bahsedelim..
Rothko’nun resim atöylesi.. Seyirciye göre sağ tarafta eserlerini astığı bir düzenek var.. Ortada resim tezgahı.. Orta arkada bir dolap, boyalar ve Rotko’nun vazgeçilmezi olan viskiler var.. Solda ise bir koltuk ve dış cephenin rahat görünebildiği bir pencere.. Oyun boyunca bu pencerede mevsim geçişlerini simgeleyen objeler görünüyor eşit zaman aralıklarıyla.. (sararmış yapraklar, kar, yağmur vb...)
Rothko viskisini yudumlarken sahneye takım elbiseli, heyecanlı ve toy olduğu her halinden belli olan bir delikanlı girer ve oyun başlar.. Bizler de daha da kitleniriz sahneye..  Gelen kişi Rothko’nun asistanlığını yapacak olan Ken’dir.. Tek amacı çok iyi bir ressam olmak isteyen idealist bir sanatçı adayıdır Ken.. Kendi tarzı vardır.. Başta her ideolojiyi kabul eden, bakış açısı olmayan biri gibi görünse de aslında Ken ileride çok iyi işler yapacak olan bir ressamdır.. Kendine öyle güvenecek ve Rothko’nun yanında öyle şekillenecektir ki, birkaç zaman sonra Rothko’nun fikirlerine karşı çıkacak, onu eleştirecektir.. Rothko Ken’e sorar; okur musun, araştırır mısın, sanat üzerine düşünüp konuşabilir misin, Nietzsche okudun mu hiç? Ken bunların hiç birine cevap veremez.. Nietzsche Rothko için önemlidir.. Ortak noktaları vardır.. Nietzsche O’ nun ilham kaynağıdır.. Tekrar etmek, her tekrarda düşünceyi ya da eylemi simülasyona uğratmak onların sanatı için vazgeçilmez bir kavrayıştır..
Ken Rotkho için sadık bir asistan olmuştur.. Başlarda fikrini sunmasına bile izin vermez Rothko Ken’in ancak bir süre sonra resimleriyle ilgili Ken’in fikrini alma noktasına gelmişlerdir.. Belli etmese de Ken ile sohbet etmek hoşuna gitmeye başlamıştır.. Çünkü dişine göre birini bulmuştur.. Aynı zamanda Ken acımasızdır.. Sonunu düşünmeden Rothko’ya ağır eleştirilerde bulunmuş, resimlerini ciddi maliyetlere insanlara sunmasına karşı çıkmıştır.. Dediğimiz gibi Ken tam bir idealisttir.. Ken’ e göre sanatın maddi karşılığı yoktur.. Sanatı ticari kazanç olarak görmek sanata ağır bir darbe ve sanatçının eserlerine yaptığı büyük bir hakarettir.. Rothko’nun milyondolarlar kazanacağı restaurant projesinden vazgeçmesinin sebebi aslında Ken’dir.. Benim yorumum şudur.. Rothko para ve sanat eserleri arasında çoğu zaman ikileme düşmüş ama kapitalist düzene uyup eserlerini yüksek paralara satmıştır.. Çünkü yaşaması için paraya ihtiyacı vardır.. Daha fazla sergi görebilmek için para kazanmak zorundadır.. Ve insanlar eserlerine bu paraları layık görüyorsa O da buna karşı çıkmamaktadır.. Bir taraftan da eserlerini karma bir sergide sergilemeyecek kadar da yüksekte tutar değer verir.. Ama eserleri üzerinden para kazanmak O’nun için normalleşmiştir bir kere.. Ken Rothko’yu bu yönden eleştirir.. Rothko’nun resimlerini eleştiricek cürreti bile kendisinde bulacak doluluğa ulaşır bir süre sonra.. En çok da KIRMIZI renk üzerine tartışırlar.. Kırmızı onlara birbirinden çok uzak anılar ve hayaller anımsatır..

Oyunun yazarı John LOGAN.. İçimize işleyen bir çok filmin de senaristidir bu arada John Logan.. Gladyatör, Zamanda Yolculuk, Göklerin Hakimi......

Ve oyunu böyle bahsedilmeye değer kılan Oyuncular.. Bende sonsuz bir saygı duyma isteği yarattı Nihat İleri bu oyunuyla.. Taktir edersiniz ki Rothko’yu canlandırdı.. Ve asistanı Ken’i ise Turan Günay hayata gösterdi..

Oyunu İskender Altın yönetti..

Diyeceğim şudur ki; izleyin bu oyunu.. Beyninizden bir kaç duvar kırmak, düşünmeye ve okuyup araştırmaya daha fazla önem vermek için izleyin!





15 Aralık 2011 Perşembe

Günlük Müstehcen Sırlar

Merhabalar;

Bloğumun şifresini ve adresini unutmam sebebiyle uzun zamandır yazı giremiyordum. Bu arada yazı yazdım mı, aslında hayır.. Çünkü artık biraz zoraki yazı yazıyorum.. Eskisi gibi değil.. E tabi bloğuma da giriş yapamayınca yazmak gelmedi içimden.. Ama artık bahanem yok.. Dökmek lazım tecrübeleri yazıya..
Efendim bu arada pek çok oyun izledim.. Doğum Günü Partisi, Yüzleşme, İntiharın Genel Provası, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Günlük Müstehcen Sırlar, Kendine Kendine Konuşmaktır Aşk bu muhteşem oyunlardan bazıları.. Genel düşüncem şudur ki; özellikle şehir tiyatroları yine bu sezon beni mest etti. Türkiye’de bana göre çok başarılı bir tiyatro fabrikası var.. Kurum Dallas’ı andırıyormuş, çokça entrika dönüyormuş, oyuncular arasında çirkin çekişmeler peydahlanıyormuş beni ilgilendirmez.. Çünkü Şehir Tiyatroları’nda değilim. -Keşke olsam ayrı konu.-  Ben bana yani seyirciye ulaşana bakarım.
Sizlere son izlediğim oyundan bahsetmek istiyorum öncelikle.. Daha sonrasında izlediğim diğer oyunları da paylaşmaktan mutluluk duyacağım.


Günlük Müstehcen Sırlar Marco Antonio De La Parra tarafından yazılmış bir oyun.. Ne güzel isim değil mi şiir gibi.. Marco Antonio Bey Şili’de doğmuş ve asıl mesleği psikiyatristlik olan bir mühim kişi.. Şili ve Şilililer bana hep Ariel Dorfman’ı, akabinde de o muhteşem oyun Ölüm ve Bakire’yi hatırlatır.. Birgün bu oyunu sahnelemek istiyorum.. Bir dip nottan sonra konumuza dönelim..
Oyun Yıldırım Fikret Urağ tarafından yönetilmiş.. Çok da keyifli yönetilmiş.. Oyunla ilgili benim ilk yorumum “çok çılgın bir oyun olmuş”oldu..İçerisinde absürd öğeler barındırıyor ve kesinlikle kalıplara sığmıyor.. Bir bölümde klasik ilerliyor bir bölümde epikleşiyor..Özgür bir oyun..

Özellikle dekordan bahsetmek istiyorum ve bununla birlikte sahne tasarımının Taciser Sevinç’e ait olduğunu da belirtelim ve bu ismi aklımızda tutalım.. Çünkü bir oyunda Sahne ve Kostüm Tasarım: Taciser Sevinç belirtmesini görüyorsanız çok keyifli bir görsellik izleyeceğinizi de biliniz.. Dekor; bir park şeklinde yapılmış.. Sahnenin ortasında iki kaydırak, oyuncuya göre solunda bir melek heykeli ve bank, sağında ise salıncak ve tattrevalli.. Oyuncuların dekor kullanımları da yaratıcı ve estetikti.. Oyuncular demişken o muhteşem performansların sahiplerini hemmen deşifre edelim.. Cengiz Tangör ve Erkan Sever.. İzlerken hızlarına, adaptasyonlarına,enerjilerine ve bireysel ruh değişimlerine yetişemedim.. Müthiş şekilde ne yaptıklarının farkında ve benimsemiş durumdalardı. İnanılmaz bir tekst bir kere..  Bir tarafta filozof, politik analizci ve devrimci Karl Marx temsilcisi, diğer taraftaysa psikoanaliz temsilcisi Sigmund Freud.. Ve savlarını tartışıyorlar.. Bunun yanında tabi devlet işleri, toplumsal sorunlar da var.. Dolu dolu ağır bir tekst ve kusursuz ezber ve de yanında gayet tatmin edici oyunculuklar ayakta alkışlanmayı haketmişti..
Bu oyun insanların bastırılmışlığına bir tepki!
İzlenmeli.. İzlettirilmeli..

İyi Seyirler...