17 Mayıs 2011 Salı

Oyunculuk Adına Kafa Yormalarım..

Aslında yaptığımız bir çeşit yalancılık. Ama profesyonel bir yalancılık. Kusursuz ve son derece inandırıcı. Peki bir oyuncuyu hayatın içindeki bir yalancıdan farklı kılan nedir ? Hayatın evreleri diyebilir miyiz ? Belki evet.. Ya da hayatın bölümleri.. Hayatın içindeki yalancı, yine hayatın içinde onunla birlikte olan başka bir insanı alt yapısında kötü niyet, çıkar gibi duyguları barındırarak, beyninden geçene inandırmaya çalışır. Yine aynı hayatın içindeki oyuncu da,karşısındaki kişileri inandırmaya çalışır ama bunu bir sahne üzerinde yaparak "şimdi sizlere anlatacağım olay ya da kişiler, bu sahne üzerinde olmamdan da anlaşılacağı gibi, gerçek dışı olmasa da şu an için bende bulunmayan duygu ve karakterlerdir" der.Öyleyse bir oyuncu ve bir yalancıyı birbirinden ayıran "sahne" olgusudur. Sahne burada bir simgedir tabi ki.. Yani bir oyuncuyla, hayatın içindeki bir yalancıyı birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü amaçları farklı.. Bir tarafın amacı sanat, bir tarafın amacı sakat!
Hayatımı her zaman oyunculuk yaparak kazanmadım.. Aldığım eğitimle de ilintili olarak bir kaç yıl para kazanmak için insanların kazandıkları paraların hesabını tuttum(muhasebe). İş görüşmelerinde benim sosyal yaşamımda ne gibi aktivitelere katıldığımı, ne gibi etkinliklerle zamanımı geçirdiğimi sorduklarında, toy zamanlarımda heyecanla tiyatrodan bahsederdim. İlgilerini çekerdi. Bazen oyunlarımın saati erken olur ve işten birkaç saat erken çıkmak zorunda olduğumda utanıp sıkılarak amirime gider izin isterdim ve o da "aa tabi git git senin gibi bir insanla çalışmak çok ilginç" deyip yüzünde sahte bir gülücükle beni erken yollardı. Herşeyin yolunda olduğunu düşünüp, hem çalışıp para kazanır hem tiyatro yapıp hayatı kazanırdım. Ancak işler değişiyor bir süre sonra. İnsanlar, oyunculuk mesleğini kafalarında nasıl canlandırıyorlarsa, bir süre sonra size "kolay yalan söyleyebilen insan" sıfatını yapıştırıveriyorlar. Onlara her ne kadar, "ama ben sahne dışında rol yapmam, nasıl sahnedemuhasebe yapmıyorsam, burada da rol yapmam, çünkü bu çok saçma, tiyatronun yeri burası değil ki" diye anlatsanız da sizi asla anlamıyorlar ve başta size saygı duyduğunu sandığınız kişiler, bir bakıyorsunuz ki artık yüzünüze "sana güven olmaz, her an rol yapabilirsin" der gibi bakıyorlar.
Ben bu tür insanlara, oyunculuk ve yalancı insan arasındaki farkı anlatmak için çok çabaladım, lakin kültürlerimiz bir ortayolda buluşmadığından birbirimizi hiç anlayamadık.
Daha sonraları, oyunculuk dışında bir iş görüşmesine gittiğimde, asla ama asla ruhumu doyuran meslekten onlara bahsetmedim.
Eğer bir gün, kendimi hayatın içindeki insanları ikna edebilecek kabiliyette görürsem, belki bu kutsal mesleği yapmaya çalışan biri olduğumdan onlara bahsederim..

15 Mayıs 2011 Pazar

Kişisel Özgeçmiş

Ve Sahne...


İlkkez 1987 yılının Haziran ayında İstanbul’da ortaya çıktım. Doğum tarihim sebebiyle burçlar takviminde İkizler’e tekabül ettiğimden dolayıdır ki herzaman çift karakter bir kenara, iki üç dört beş....... (gider de gider) karakterli biri oldum.. Benden dört yaş büyük, en çok müzik kültürünü  kendime örnek aldığım (safkan heavy metal) harika bir abim, türk dil kurumuna göre ağabeyim var.. Ve doğal olarak da bir annem, bir babam.. Hayatımın liseye kadar olan döneminden pek hoşnut değilimdir. Pek sakin,sorgulamayan, ne olacağını bilemeyen, düşünmeyen, düşündüğünü uygulayamayan, tek hayatı dersleri, tek hırsı okul birinciliği ve tek eğlencesi blok flütü olan biriydim işte. O günlerde yan flüt alamadığım için blok flütü yan tutup çalan J ve aletin doğasına aykırı sesleri ondan çıkartıp bakın ben flütle neler çalıyorum diyen, arkadaşlarım “bana bir masal anlat baba” çalarken, ben Metallica Unforgiven çalan bir kızdım..
Ortaokul bittikten sonra artık hayatıma bir yol vermeliydim. Bir mesleğe karar vermem gerektiğini farkettiğimde ne olmak istediğimi tam olarak bilmediğimin farkına vardım ama bir şey seçmek zorunda olduğum için anaokulu öğretmenliği istedim(iyi ki seçmemişim). Benim bu kadar kafa yormam zorlanmam boşunaymış meğerse, annem ve babam abimin izinden yürüyüp benim muhasebe okumam konusunda karar kıldılar.. Liseyi Sultanahmet Ticaret Meslek Lisesi Muhasebe bölümünde okudum. Lise hayatım boyunca bir kere bile okuldan kaçamamış bir öğrenci olarak tarihe geçtim. Sebebi vardı tabi, annem okul idaresinde memurduJ
 Lisede kendimde bazı değişimler gözlemledim. Aldığım dersler beni tatmin etmiyordu. Aklım her zaman sınıfımızın yan tarafındaki konferans salonunun sahnesinde oldu. Lise  1 de okulun tiyatro grubuna katıldım ve tiyatro oyunculuğuyla tanışmış oldum. O günlerde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde Dosteyevski’nin Suç ve Ceza oyunu oynuyordu.Oyunu en önde izledim. Büyülenmiştim. Ne kadar müthişti, sahnedeki oyuncular ne kadar büyüktü gözümde. Bu nasıl bir ilizyondu. Elimi uzatsam her şeyi bozabilirdim. Ama görünmez bir duvar vardı. Tiyatro çok güçlüydü! Tiyatro sahnesi büyülü bir yerdi. Herkesi inandırıyordu ve kimse sahnedeki herhangi bir eyleme müdahale etme cesaretini kendinde bulamıyordu. Oyuncular sanki bizi görmüyordu. Raskalnikov’un yüzünü yıkama sahnesinde küçük havuzdaki sulardan bir kaç damla üzerime sıçramıştı. Ve o an ben tiyatrocu olmalıyım dedim. O günden beri de bu sözü dilimden hiç düşürmedim. Tiyatrocu olmaya karar vermemin sebebi Raskalnikov’un sularıdır.
Konservatuar okuyamadım!! Üniversiteye İktisatla devam ettim. Eskişehir Anadolu Üniversite’sinde okudum. 2.sınıftayken daha fazla dayanamayıp “TİYATRO” diye isyan ettim. Okulu bırakmam imkansızdı. Ozaman bir çare bulmak gerekiyordu. 2007 nin sonlarına doğru, Tiyatro Bizbize’nin kurucusu Erkay Yavuz ile çocuk oyunlarına başladım. Lakin bu böyle olmazdı. Eğitim almak istiyordum ama nasıl ? Erkay Yavuz bana yol gösterdi ve 2008 de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gösteri Sanatları Merkezi’nin oyunculuk sınavlarına girdim. Yüzlerce kişi arasında ilk 24 e girdim ve oyunculuk eğitimimi almaya başladım.Bu 2 yılı hem muhasebe alanında çalışıp, hem de birbirinden ayrı alanlarda iki okul okuyarak geçirdim.  2 yılın sonunda mezun olduğumuz arkadaşlarımızla birlikte İstanbul Drama Topluluğu’nu kurduk. İlk oyunumuz Şerefine İnsanoğlu oldu ve tiyatro dolu günler artık benimdi.
2010 yılının Eylül ayında, hayatımda tanıdığım en mükemmel, en kusursuz, en insanüstü gördüğüm insanla evlendim. Bir kedimiz var, bu bize yetiyor :)


Bana biri neden tiyatro diye sorsa;  buna hemen cevap veremem. Oyunculuk sınavında, önündeki kurabiyeleri iştahla yerken yüzüme bile bakmayarak, dolu ağzıyla bana bu soruyu soran değerli insana! da bir anda cevap veremeyip, “bu size bu ortamda birkaç saniye anlatabileceğim kadar küçük bir mevzu değil, eğer öğrenciniz olursam uzun uzun anlatırım” demiştim. Tiyatro, dilimi damağımı kurutan, beni yutkunduran, heyecanlandıran bir olgu.. Hayatımın bütün evrelerini tiyatroyla entegre geçirebilmek için elimden geleni yapıyorum, bunun için savaşıyorum.. Eğer bu kadar savaş veriyorsam, emin olunsun ki boşuna değildir.
Teşekkürler...